Merak etmenin, keşfetmenin tadına çocukken varıyoruz..Bir bakmışız büyümüşüz, çalışma hayatına atılmışız. Bazen çok severek, istekli olarak bu hayata devam edebiliyoruz. Bazen de kendimizi unutuyoruz. Sonra bir an geliyor içimizdeki çocuk uyanıyor, yeniden merak ediyor, keşfetmek istiyor.Onu susturuyor muyuz? Yoksa sesin geldiği yöne mi gidiyoruz?
Sesin geldiği yöne giden küçük Doğan’ın kaleminden:
“On dört yaşındayken bir grup arkadaş bisikletlerimize atlar, küçücük hayatımızın sınırlarını aşmak için pedal çevirir uzaklara kaçardık. Tanımadığımız, bilmediğimiz yepyeni yerler keşfetmek bize inanılmaz keyif verirdi. Keşfettiğimiz yerlerdeki olay, ya da atraksiyon ne kadar afilliyse, dönüşte anlatması da o kadar keyifli olurdu. Bir keresinde hiç unutmuyorum, buz gibi gürül gürül akan bir şelale keşfetmiş, altında saatlerce yüzmüş, deliler gibi sevinmiştik. Çünkü çocuk aklımızla o şelalenin sadece bizim keşfimiz olduğunu düşünüyorduk, başka kimse bilmiyordu, kimse oraya gelmemiş, o şelale hakkında birşey duymamıştı, onun için orası bizimdi.
Aradan on altı sene geçti. İngilizce işletme eğitimi, reklamcılık sektörü derken, bir iki sene plaza kültürü aldım. Ancak hayatımda bazı kontrastlar vardı. Çalıştığım demir, çelik ve mermer yığını arasında, sinema tv yüksek lisansını bitirmeye çalışıyor, toplantılarda çekeceğim kısa filmin hayalini kurarken, öğle tatillerinde ise prodüksiyon hazırlığını yapıyordum.
Bir gün iş çıkışı kravatımı gevşettim ve çektiğim kısa filmi bir film festivalinde büyük perdede seyrettim. Kısa filmim ilk yediye girmişti. İşte herşey o gün değişti, yeni bir sektöre, yeni bir maceraya yelken açtım, yeni bir keşfe çıktım. Film endüstrisine..Yıllarca reji asistanlığı yaptım, sonra da yönetmen olarak çalıştım.
Annem, neden düz bir yolda yürümek yerine hep bir dağa tırmanmak istediğimi hep sorup durur. Zoru seven bir karakterim var çünkü. Ama yemek yapmayı da seviyorum. Çilek reçelinin köpüğünü, domatesin kırmızısını, kaşarın eriyerek akanını, suda yansıyan görüntüleri, draması olan hüzünlü ve neşeli insan suratlarını, keyifle uyuyan insanları, neşeyle kahkaha atanları, renkleri, hikayesi olan şeyleri, atmosferi olan ortamları, günbatımında sevgilime sarılıp bir kadeh şarap içmeyi, kısacası ruhu olan şeyleri.
Film sektöründeki yolculuğum devam ediyor. Ama zaman zaman ondan da kaçmak gerekiyor. Bazen bir hikayeyi yeni baştan yazabilmek için, başka biri olmak, yepyeni şeyler keşfedip ilham almak, ruhen beslenmek gerekiyor. Yoksa yağı biten, mazotu tükenen bir arabaya benziyor, paslanmış bir arabaya dönüşüyorsunuz.
Onun için eşim Şebnem Sapanca’ya gelip, Gölevimizde bana destek olmak ister misin dediğinde bir dakika bile düşünmedim. Rüzgarın sesini dinleyebildiğiniz, kendinizle başbaşa kalabileceğiniz yemyeşil bir doğa. Yağmur yağdığında yükselen mis gibi toprak kokusu, sizi dinginleştiricek bir göl manzarası ve birbirinden leziz yemekler. Duvarlarında Aylin hanımın seramik eserlerinin asılı olduğu yaşanmışlığı olan zevkle döşenmiş hikayesi olan bir ev.
Biz Şebnem’le Sapanca’ya kaçtık. Burada, şehir stresinden uzakta yeşili göreceğiz, toprağa dokunacağız, çiçekleri koklayacağız, rüzgarın sesini dinleyeceğiz, güzel şeyler tadacağız. Körelmiş duyularımızı harekete geçireceğiz kısaca.
Her güzel keşif bir kaçışla başlıyor bir kere daha anladım. Çünkü kaçmadan keşfedemiyorsunuz. Keşfettiğinizde ise orası sizin oluyor.”
Doğan Anapa